4 Kasım 2011 Cuma

Eski Anadolu Dinleri

Anadolu'nun tarih öncesi devirleri, tarihin karanlıklarından başlayarak Hititler'e (m.ö. 2000-1660) kadar sürer. Ancak, Hititler'in komşularından öğrendikleri çivi ve hiyeroglif yazılarım kullanmaya başlamaları İle Anadolu tarih çağına girer. Hitit kaynaklarından öğrendiğimize göre Hititler öncesi halka ?Hattiler? deniyordu. Dilleri de hattice idi. Anadoluya Hatti Ülkesi deniyordu. Bu isim Hititlerce de kullanılmaya devam edilmiştir. Tarih öncesi devirler hakkındaki bilgilerimiz ise, tamamen jeoloji ve arkeoloji ilimlerinin bize ulaştırdığı keşiflere dayanır. Çeşitli bölgelerde yapılan kazılardan, Kabataş Devri'nden beri Anadolu'da insanın yaşadığı görülmektedir. Bu konuda Ankara çevresinde, Antalya, Burdur ve İsparta yakınlarında, Kars dolaylarında, Gaziantep ve Adıyaman bölgelerinde, Antakya havalesinde Bafra ikiztepe'de yapılan kazılardaki keşifler bize ışık tutmaktadır.

Tarih Öncesi İnançları


Kabataş ve Yontma taş devirleriyle ilgili buluntulardan, o çağların inanışlarıyla ilgili bilgiler edinmek şimdilik pek mümkün olamamaktadır. Dinsel yorumlara imkan veren keşifler, Neolitek (Yenitaş) devirlerle başlamaktadır. Bu hususta bize İlk ışığı Çatalhöyük kazıları tutmuştur. Radyo-karbon metoduyla yapılan tarihlemelere göre, xıı. tabaka m.ö. 6800 yıllarına kadar inmektedir. I. tabaka da m.ö. 5700 yıllarına kadar gelmektedir. III-X tabakalar arasında bol miktarda rastlanan kült odalarında pişmiş kilden yapılmış Ana Tanrıça heykelcikleri, boğa başı ve boynuzlan, kadın göğsü rölyefleri bulunmuştur. Ana Tanrıça, genç kadın, doğuran kadın ve yaşlı kadın olarak tasvir edilmiştir. Heykelciklerden birinde Ana Tanrıça iki aslanın koruduğu bir taht üzerine oturmuş, ölüm ve hayatın sahibi olarak bir insan kafasını ayakları altına almış şekilde tasvir edilmiştir. Tanrıça heykelleri genellikle insan şeklinde (antropomorf) süratlendirilmiştir. ÇatalhÖyük'de ortaya çıkan Tanrıça heykellerinin benzerlerine ve daha gelişmiş örneklerine Burdur Hacılar ilçesi kazılarında da çok sayıda rastlanmıştır. Ancak Hacılar m.ö. 5700-5600 yılları ve daha sonrası olarak tarihlendirilmektedir. Bu arada Hacılarda, Çataihöyük'de oiduğu gibi Ana Tanrıçanın eşi olarak genç ve yaşlı şekillerde tasvir edilmiş erkek heykelciklerine de rastlanmıştır. Hacılara yakın bir bölge olan İsparta havalesinde ortaya çıkan Ana tanrıça sembolleri henüz Tunç çağına ulaşmaktadır. Kazıların ilerlemesiyle daha da eskilere inmesi muhtemeldir. Bafra İkiztepe kazılarında da Tunç çağından kalma pişmiş topraktan yapılmış Ana tanrıça figürlerine çok sayıda rastlanmıştır. Samsun Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedirler. Van bölgesinde Kayaaltı ?Yedi Salkım? mağara resimlerinde de çok sayıda Ana Tanrıça, güneş, geyik figürlerine rastlanmıştır. Tarihleri günümüzden 15.000 yıl öncelere kadar götürülmektedir. [66] Filistin Bölgesinde İrem şehri çevresinde Nuh tufanı olurken, Anadolu'da da politeizmin ve putperestliğin ne derece yaygın olduğunun işaretleridir.

Genellikle eski yerleşim yerlerinin kült odalarında bulunan, özellikle cinsel organları belirli, çıplak kadın heykelciklerinin tapınmak için, dinsel maksatla yapıldıkları şüphesizdir. Bunların kesin örneklerine tarihi devirlerde bol miktarlarda rastlamaktayız. Taş-Bakır (Kalkolitik) devrine ait buluntularda, Ana Tanrıça tasvirleri daha da ağırlık kazanmaktadır. Ancak, bu arada erkek uluhiyet tasvirleri yavaş yavaş terk edilmekte, heykelcikler, tabiilikten sembolikliğe doğru ilerlemekte, stilize edilmektedir. Ana Tanrıça inancı, hayatın çeşitli sahalarında görülmekte, vazolar ve seramikler üzerinde Ana Tanrıçayı sembolize eden kadın göğüslerine rastlanmaktadır. Bu kanaatimizi m.ö.18. yüzyıla ait Kayseri, Kültepe Karum'da bulunmuş Ana Tanrıça göğüs tasviri de desteklemektedir. Kaplar, vazolar üzerindeki ana Tanrıça sembolleri kap içine konan yiyecek ve içeceğe bereket kazandırması, korunması dileğiyle yapılmış bir amulet (muska) da olabilir. Yine bazı toprak kaplar üzerine boyalı içice daireler, ağırşaklar üzerindeki dairesel geometrik şekiller Ana Tanrıça kültünü, verimlilik kültünü yansıtan stilize göğüs sembolleri olmalıdır.
Neolitik ve Kalkolitik devirlerde gördüğümüz bu Ana Tanrıça inançları, komşu ülkelere nazaran Anadolu'da daha çok gelişerek tarihi devirlerdeki meşhur Kübele kültünü hazırlamıştır. Ancak bu İnancın dışında ilkel kavimlerde gördüğümüz, sureti yapılan ilahlar dışında mücerret olarak düşünülen, yaratıcı, sonsuz kuvvet ve irade sahibi bir tanrı tasavvuru olup olmadığını bilemiyoruz. Geç devirlerde, Hititler öncesi Koloniler devrinde ise, komşu ülkelerin dini inançlarına paralel tanrı tasavvurlarının Anadolu'da da görülmeğe başladığına, Mısır ve Mezopotamya'daki gibi ana, baba ve oğuldan oluşan tanrı ailelerinin ortaya çıktığına, her tanrıya belirli bir kudret ve vazife verildiğine şahit oluyoruz.

Kutsal Hayvanlar


Bazı hayvan türlerinin kutsallığına dair çeşitli örnekleri, dinler tarihinde görmekteyiz. Anadolu'da yapılan kazılarda da bazı hayvanlara değer verildiği anlaşılmaktadır. Konya-Çumra ilçesi Çataihöyük'de kült odaları duvarlarında boğa başı ve boynuzlarına, leopar resimlerine rastlanmış, bazı rölyeflerde Ana Tanrıça bir boğa veya koç başı doğurur şekilde tasvir edilmiştir. Yine, Erken Bronz Devri'ne ait Denizlli-Çivril ilçesi Beycesultan'da ve Bafra İkiztepe'de boğa rölyefleri ve stilize boğa boynuzları bulunmuştur. Bunlardan Suriye ve Mısır'da olduğu gibi, boğanın verimlilik tanrısı sembolü veya verimlilik tanrısının kutsal hayvanı olarak anlaşıldığı görülmektedir. Hatta boğanın erkek, geyiğin dişi uluhiyetleri temsil ettiği de zannedilmektedir. Yine Erken Kalkolitik çağ olarak tarihlenen Eskişehir-Bozöyük arası Demircihöyük'de bol miktarda sığır başlarının düzenli olarak gömülü bulunması, [67] daha sonraları Frigya bölgesinde bol miktarda ortaya çıkması, [68] sığıra özel bir dini anlam verildiğine şüphe bırakmamaktadır.

Çatalhöyük VII. tabakada bulunan bir kült odası duvarında bir cesede hücum eden akbaba tasvirine rastlanmıştır ki, bu akbabanın ölümle veya ölüler ilâhı ile ilişkisinin olabileceğini hatırlatmaktadır. Ancak, bunun tek tasvir olarak kalması, dinsel anlamını genelleştirme imkanı vermemektedir.

Kültleri


Kalkolitik Devir Anadolu insanı, Çumra Çatalhöyük, Yozgat Alişar, Haymana Ahlatlıbel, Eskişehir Demircinöyük, Bafra İkiztepe ve diğer bazı kazı yerlerinde bulunduğu gibi, tanrı ve kutsal hayvanları temsilen, pişmiş kilden veya taştan idoller yapmıştır. İlk zamanlar bunlar daire veya kare vücutlu iken, zamanla insan şeklini almışlardır. Bu idollerin herhangi bir musibet veya hastalıktan kurtulmak için, kurban, adak veya büyü maksadıyla kullanılmış olabilecekleri düşünülür. Arkeoloji uzmanı Tahsin Özgüç, kadın figürlerinin Ana Tanrıça

kültüyle birlikte evin, ailenin koruyucu tanrılarını temsil etmiş olabileceğini, sıhhat, bereket ve emniyeti korumaya yarayan büyülü kuvvetleri ihtiva eden bir çeşit muska vazifesi gördüğünü, insanı nazardan, şer kuvvetlerden koruyan nesneler olabileceğini ileri sürmektedir.
Çatalhöyük'de tespit edilen kült odası duvarlarındaki el ve ayak izleri, parmak izleri resimleri, stilize edilmiş boğa başı, çift yüzlü balta resimleri de, koruyucu sihirli güçlere sahip semboller olabilir. Yine kült odası duvar resimlerinden birinde leopar kürküne bürünmüş dans eden kalabalığın bulunması, bunlardan birinin davula benzer bîr alet çalması, bir kısmının akrobatik hareketler göstermesi, bazılarının ellerinde ok ve yay bulunması, Şamanizm'in kült ve av danslarını hatırlattığı gibi, resimde boğa, geyik, domuz, ayı, kurt ve köpek suretlerinin bulunması, tasvirin bir av büyüsü olabileceği ihtimalini de ortaya koymaktadır.

Ölüler Kültü


Tarih öncesi devirlere âit mezar ve mezarlıkların ortaya çıkarılması bize devrin insanlarının inançları hakkında bazı ip uçları vermektedir. Bu devirlerde ölen çocuklar, genellikle evin içine, zeminin altına veya ocağın yanına gömülüyorlardı. Çocukların evin içine gömülmelerinin sebebi, onların evlerine doymadan ayrılmaları ve evdeki hayatlarına ruhen devam ettikleri inancı olabilir. İstisna olarak, Samsun Tekkeköy ve Sandıklı Kusura'da çocukların evin dışına gömüldükleri de görülmektedir.

Ölülerin cesetleri çürüyünceye kadar, gömüldüğü yerde bırakılıyor ve daha sonra, ölü evlerine kaldırılıyorlardı. Ölünün cesedi çürüyünceye kadar, ruhunun cesedi başında kaldığına inanılıyor olmalıdır. Toprak, küp ve sandık mezarlar 2. veya 3. bir ölü için de kullanılabiliyordu. O zaman eski ölünün kemikleri kenara itiliyordu. Bu husus, hemen hemen bütün kültür bölgelerinde aynıdır. Belki de bunlar, mekan darlığından ortaya çıkan aile mezarlarıdır. Zaman ve mekana bağlı olmayan ahiret tasavvurlarıyla de ilgili olabilirler. Batı Anadolu'da oda mezarlarına m.ö. 1200 yıllarına kadar sürekli bir şekilde rastlanır.
Anadolu mezarlarında, ölülerin şahsi malları da görülür. Bunlar, bıçak, bilezik, küpe, balta, kirman ve ölünün hayatında kullandığı kültür nesneleridir. Küpe ve bilezikler ölüden çıkarılmadan, ölüyle birlikte gömülmüşlerdir. Çorum Alacahöyük'de içine bir çengele et takılmış küp ve kemik kalıntılarına rastlanmıştır. Bu, ölüye sunulan kurbanın bazı kısımlarının ölüye takdim edilmiş asındandır. Tarih öncesi, Anadolu insanı ölümden sonra yaşadığına, yeyip tieine aletlerini kullanmaya devam ettiğine inanıyordu. Tokat Horoztepe'de mezar eşyaları arasında sistrum ve çalpara gibi müzik aletleri de bulunmuştur. Bu beple yiyecek ve içecek hediyelerinden de istifade ettiğine inanılıyor, lüzumlu yaları cesediyle birlikte mezara gömülüyordu. Mezar çevrelerinde bulunan sığır, köpek keçi, koyun kemikleri mezar başında yapılan kurban merasimlerinin varlığını da göstermektedir.

Kült Yerleri Ve Mabetleri


Anadolu'da, 2. bin yıllarına kadar halk tapınma yeri olarak, ya tabiatta kendileri için kutsal bildikleri bir alanı, açık havayı seçiyorlar, ya da oturdukları evin bir odasını ibâdet için ayırıyorlardı. Bu son uygulamadan kült odaları ortaya çıkmıştır. Bunun açık örneği, Çatalhöyük'de 3-10. tabakalar arasında bulunan 40'i aşkın kült odasıdır. Bundan, Neolitik Çağda hemen her evin tapınmak için kullandıkları bir kült odası olduğu anlaşılmaktadır. Bu geleneğin devamını, Kalkolitik Devir Hacılar ilçesinde de görüyoruz.

Beycesultan kült mahallerinin bir oda şeklinde değil, sağlı sollu olmak üzere, iki odadan teşekkül ettiği görülür. Bu şekilde, üç çift mabet bulunmuştur. ?İkiz Kült odaları? diye de isimlendirilen bu yapılar, ufak değişiklikler ile birlikte Bronz Çağı sonlarına kadar önemini yitirmemiştir. Beycesultan ikiz kült odaları üç kısımdan oluşur: Giriş, mihrap, din görevlileri odası. Bronz Çağı Anadolu'sunda, çeşitli yerlerdeki kazılarda da benzeri mabetciklerin yapıldığı görülür. Bu sebeple, Beycesultan dini yapılarının önemi büyüktür, daha sonraki mabet yapılarına örnek teşkil etmektedir.

Hitit Dini


Literatür:

1- Firuzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, Ankara 1962, s.204-226.
2- Eduart Meyer, Geschichte des Altertums, c.1-2. Stuttgart 1954, s.713-719.
3- F.Heiler, Die Religionen der Menschheit, s.193-197.

Anadolu'da ilk defa yazıyı kullanan, inanç ve ibadetleriyle ilgili en eski yazılı belgeler bırakanlar Hititlerdir. Kendilerine ?Nesili?, dillerine de ?Nesice? diyorlardı. Hitit kelimesi ise, Tevrata dayalı, Avrupa Gülerinden alınmadır. Çorum Boğazköy'de ortaya çıkarılan Hitit devlet arşivi vesikalarının, dörtte üçü dinsel metinlerdir. Bunlar, mabet talimatnameleri, bazı hastalıklara karşı büyülü sözler ve işlenen günahlara kefaret için sunulan kurban yöntemlerinden bahseden yazılardır. Bir de tanrıları tasvir eden metinler vardır ki, bilhassa tanrı heykel ve kabartmaların inin tanınmasında en büyük rolü oynarlar. Mezopotamya politeizminin Batı'ya taşınmasında köprü rolü oynamışlardır.
Hatuşas (Boğazköy) arşivinin verdiği bu dinsel belgelerin dışındaki arkeolojik malzemeler, dinsel metinlerin verdiği bilgileri tastık etmekte veya tamamlamaktadır. Bunların başında, yazılı kaya açık hava mabedi duvarlarındaki tanrı tasvirleri gelir. Burada, hemen her tanrı kendi sembolüyle gösterilmiş ve elleri üzerine Hitit hiyeroglifi ile adları yazılmıştır. Ancak Hitit hiyeroglifi tamamen okunamadığından, bazı noktalar henüz meçhul kalmaktadır.

Tanrıları


Bugüne kadar yapılan araştırmalardan anlaşıldığına göre, Anadolu'nun ilk tarihî milleti olan Hititlerin (yaklaşık m.ö. 1850-700) dini çok tanrılı bir dindir. Esasen bir metinde ?Binlerce tanrıdan? söz edilir. Bunun sebebi, Hititlerin kendi tanrılarının dışında bir zamanlar Anadolu'da yaşamış diğer kavimlerin tanrılarına da tapmış olmalarıdır. Bu sebeple Hitit tanrılar meclisinde Hani, Luvi, Hurri, Mitanni tanrıları yanında, Sümer, Akad, Asur tanrıları gibi komşu ülkelerin tanrıları da yer almış ve Hitit panteonu kozmopolit bir karaktere bürünmüştür.

Mezopotamya tanrılarından gök, yer ve okyanus tanrılarını temsil eden Anu, Enlil ve Ea üçlüsü Hititlerde de saygı görmüştür. Yine ay, güneş, yıldız tanrıları Sin, Şamaş, ve İştar üçlüsü de Hitit panteonunda yer almıştır. Bunlardan başka, tanrı Asur'a ve Mezopotamya'daki Kiş şehrinin baş ilahı Zababa'ya, daha Proto-Hatti'ler zamanından beri tapınılmış idi.
Kültepe devrinde Anadolu'nun yerli kavimlerinden olan Hattilerin tanrılarına da tapıldığı, Hattice dualardan ve tanrı isimlerinin anılmasından anlaşılmaktadır. Bunlardan en önemlisi, ?Arinna şehrinin Güneş Tanrıçası? unvanıyla anılan Vuruşemu ile oğlu Telipinu, kızı Mezullaş ve torunu Zintuhu uluhiyetleridir.
Luvi tanrılarına gelince, bazıları hâlâ tartışma konusudur. Hititlerin tazim ettikleri en önemli Luvi tanrısı, fırtınanın hakimi sayılan Dattaş'tır.
Mitanni asıllı tanrılara, daha çok ?Yeni Devlet? vesikalarında rastlanır. Bilhassa, Hurri-Mitanni kültürünün tesirinde kalan Kuzey Suriye bölgesine Hititler hakim olduktan sonra, bu yeni cereyanın tesirine kapılmışlardır. Hİnd-Avrupa asıllı Mitanni tanrılarının İndra, Mitra, Varuna gibi Hint asıllı tanrılar olduğu görülür.
Hititler özellikle Hurri kavminin dinine büyük ilgi göstermişlerdir.
Nitekim, Hitit metinlerinde yüzlerce Hurri tanrısının ismi zikredilmektedir. Hatta, Hurrilerin baş ilahı Teşup ile zevcesi Hepat da Hitit tanrılar meclisinin baş ilahları olmuşlarıdır.
Hitit milli tanrılarına gelince, en önemlisi fırtına tanrısı Teşup, zevcesi baş tanrıça Hepat, deniz tanrısı Aruna, ocak tanrısı Haşşaş, güneş tanrısı Utu, ateş tanrısı Pahhur, pınar tanrısı Şuppihılia, aşk ve harp tanrıçası Lelvani, atalar tanrısı Şuinaş'tır.
Bu tanrılardan, Hititlerin de, Romalılar gibi ocak ve atalar kültüne, Babilliler gibi ateş ve güneş kültüne sahip olduklarını anlıyoruz. Bir metinde, ?Yerin ve göğün kralı, yukarı ve aşağının hakimi, hüküm veren, kahraman kral Şamaş? denilmektedir ki, bu Hititler arasında Mezopotamya'dan gelen güneş kültünün de çok büyük rol oynadığını göstermektedir.
Gerek yazılı metinler, gerek kabartmalar, Hititlerin tanrılarını insan şeklinde tasavvur ettiklerine şüphe bırakmamaktadır. Tanrı efendi, insan köle rolündedir. Nasıl ki, köle efendisine yalvarır, bir isteğini rica yoluyla dile getirirse, insan da, tanrısına dileklerini aynı şekilde yalvararak dile getirir, efendi de ona ihsan ve lütufta bulunur. Diğer taraftan, Hititlerin ölen krallarına ?Tanrı oldu? demeleri, krallarının da kutsallığına inandıklarını gösterir. Yİne tanrılarını insanlar gibi tasavvur ederek, onların da maddi, manevi ihtiyaçlara sahip olduklarına, evleri, aşkları ve intikamları, çocukları olduğuna inanırlar.

İbâdetleri


Eldeki kaynaklar, Hititlerin toplu ibadetlerini göstermiyor. Fakat, kral ve kraliçenin çeşitli bayram ve kurban merasimleri esnasında yaptıkları ibadetlere büyük yer vermektedir. İbadetlerin ilk şartı temizlikti. Tanrıların evine, yanı mabede girebilmek, dua edebilmek, kurban sunabilmek için evvela temiz olmak lâzımdı. Tanrılarla insanların ruhu ayrı olmadığı için, onlar da insanlar gibi her gün yemeğe, içmeğe muhtaçtılar. Tanrıların yiyecek ve içeceklerine domuz ve köpek gibi murdar hayvanların yaklaşması, dinen haram sayılırdı. Temizliğe riayet edilmediği için, eski krallardan Hantili, tanrılar tarafından krallıktan azledilmişti. Mezopotamya kavimler indeki zanlı kimselerin suçlu olup olmadığını suya atmak suretiyle tespit usulü Hititlerce dinsel anlamda kullanılıyordu. Yani, bir kimsenin günahkâr olup olmadığını anlamak için suya atılır, batarsa suçlu ve günahkâr, batmazsa günahsız ve temiz sayılırdı.

Tanrılara muhtaç oldukları yiyecek ve içecek sunulduktan sonra, hizmet karşılığı olarak uzun ömür, sağlık ve refah, savaşta zafer vs. gibi insanî dileklerde bulunulurdu. Mesela bir kraliçeye rüyasında görünen tanrı ?Kalbinde yaşattığın kocana bir asırlık ömür veriyorum?, diye müjde vermiş ve kraliçe de ona ?Eğer kocam yaşarsa sana yağ, bal ve meyve vereceğim?, diye vaatte bulunmuştu. Hititler adak kurbanlarından başka, günahlarının affı için kefaret kurbanları da sunarlardı. Kurban, her türlü gıda maddesinden olabilirdi. Kanlı kurbanların ise sığır, keçi ve koyundan olduğunu yazılı metinlerden ve kabartmalardan anlıyoruz. Suriye'de yaygın olarak gördüğümüz insan kurbanı âdeti, Hititler arasında da vardı. Ancak, komşularında olduğu kadar yaygın değildi.

Kehanet Ve Büyücülük


Hititler, tanrıların iradelerini öğrenmek için çeşitli usullere baş vururlardı. Şimşek çakması, yıldırım çarpması, kuşların uçması gibi tabii hadiseler tanrı iradesinin tezahürü sayılırdı. Falda kullanılan deyimlerin Akadca oluşundan, falcılığın Anadolu'ya Babil'den geldiği anlaşılmaktadır. Kahinler kuş falına bakarak kuşun uçuş istikametine veya diğer hareketlerine göre yorumda bulunurlardı. Bazen rahip, mabette istihareye yatmak suretiyle rüyalarını krala tefsir ederdi.

Hititler kötü ruhların ve perilerin varlığına inanırlar, şerlerinden korkarlardı. Büyü yapmak ise, yasaktı ve cezası ölümdü. Ancak, büyünün karşısında karşıt büyü yaparak, eski büyüyü çözmeye izin verilirdi.

Ölülerle İlgili Adetleri


Hititler öncesi devirlerde üç türlü ölü gömme tarzı vardı. Eski Hitit devleti zamanında ölülerin yakılmadan gömüldükleri, Alişar ve Boğazköy buluntuları ile anlaşılmıştır. Bu arada ölülerini küp mezarlara veya taş sandık mezarlara gömme adetlerine de rastlanmıştır. Yeni Hitit devleti zamanında ise, aynı şekilde küp mezarlara veya taş sandık mezarlara ölü gömme adetleri vardı. Ancak cesetler yakıldıktan sonra küplere veya taş sandıklara konurdu. Kazılarda bulunan bu mezarların hediye bakımından fakir oluşlarından, halka ait mezarlar olduğu anlaşılmaktadır. Şimdiye kadar Yeni Devlet zamanından kalma kral mezarlarına rastlanmamış olması, Hitit krallarının cesetlerinin de yakılmış olabileceği kanaatini kuvvetlendirmektedir.

Yazıhkaya civarındaki Bağlarbaşı ve Mankayası mevkiindeki kayalıklarda yapılan araştırmalar, hem iskeletli mezarların bulunduğunu hem de bir ölü yakma detini gösteren küp mezarlarının varlığını ortaya koymuştur. Arkeolojik deliller Eski Hitit devleti zamanında ise, ölenlerin gömüldüğünü, Yeni Hitit devleti zamanında ise, kral ailesinin ve Hitit büyüklerinin yakılmakla beraber, halka ait ölülerin gömüldüğünü göstermektedir. Ölüleri yakma âdetleri ve mezarların hediye bakımından fakirliği, bu milletin ölümden sonrası bir hayata, kendilerine has bir şekilde inandıkları kanaatini kuvvetlendirmektedir. Mezopotamya dinlerinde olduğu gibi zayıf bir öte dünya inancı olabileceği gibi, Hinduizme benzer özel bir ruh ve tenasüh inancı da olabilir.

Mabetleri


Hitit mimarisini en güzel bir şekilde aksettiren binalar, Boğazköy'de ortaya çıkarılan mabetlerdir. Bunlardan başka, Yazıhkaya açık hava mabedinde ve Alacahöyük'te yapılan kazılardan anlaşıldığına göre, mabetler, belirli bir yöne ve belirli bir şekle göre inşa edilmemiştir. Genellikle arazinin durumu ve ihtiyaca göre bir plan tatbik edilmiştir. Hitit mabetlerinin hususiyeti, orta yerde müstakil bir şekilde uzun bir salonun etrafında küçük bir oda vardır ki, burası en kutsal bir yer sayılırdı. Mabetlerin pencereleri derin şekilde açılır ve damlan düz olurdu.

Literatür:
1- Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973, s.98-120.
2- U. Bahadır Alkım, Anatolien I, Genf 1968.
3- James Mellaart, Excavation at Hacılar, Edinburg 1970.
4- C.I-II. F. Kınal, Eski Anadolu Tarihi, Ankara 1962.
5- Tahsin Özgüç, Öntarihte Anadolu tdeollerinin Anlamı. Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Der. c. II, s. 1.
6- Ankara 1943.
7- Tahsin Özgüç, Die Bestattunsbrauche im vorgeschichtlichen Anatolien, Ankara 1948.
8- Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, 9. Baskı Ankara 2000.
Anadolu kültürü ve tarihi, insan yaşamı, bitki örtüsü, dağları, denizleri, gölleri ve akarsuları, mimarisi ve diğer folklorik ögeleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder